Sayfalar

27 Şubat 2013

Django Unchained

  
    Tarantino kadar filmlerini özlediğim başka bir yönetmen daha yok herhalde (Haneke dahil). Inglourious Basterds'dan üç yıl sonra kavuştuğumuz Django Unchained tipik bir Tarantino filmi olarak benim gibi fanları memnun edecek her şeye sahip: değişik bir hikaye, kendine has anlatım biçimi, Tarantino çılgınlığı ve iyi bir senaryo. Samuray filmleri, animeler, istismar filmleri, B tipi filmler gibi farklı türlerin ögelerini kopyala-yapıştır usulü bir araya getirerek özgün işler ortaya koymak her yiğidin harcı değil ve QT bunu yıllardır başarıyla gerçekleştiriyor. Kill Bill'de Uzakdoğu'ya uzanmıştı, Inglourious Basterds'da 2. Dünya Savaşı tarihini tekrar yazdı, Django'da ise western'e el atıyor. Tema ise tanıdık: İntikam!
     Amerikan İç Savaşı'nın 2 yıl öncesinde geçen filmde köle Django önce kendisini serbest bırakan kelle avcısı Dr. Schultz'la işbirliği yaparak kelle avlıyor, sonrasında da köle olarak çalıştırılan karısını kurtarmaya çalışıyor. Gerisi iyi oyunculuklar, mükemmel diyaloglar, güzel görüntüler eşliğinde keyifli bir seyirlik. Spagetti western'e bayılan bir yönetmen olarak Tarantino'nun türün önemli filmlerine ve ustalarına yaptığı göndermeleri farketmemek olanaksız. Örneğin 1966 tarihli Django filminin başrol oyuncusu Franco Nero'yu Mandingo dövüşü sahnesinde görmek ustaca düşünülmüş bir incelikti. Bu göndermeler ya da kimilerine göre "çakma"lar çoğu kişi tarafından kabak tadında bulunsa da şahsen ben hala zevk alıyorum. 
     Filmin etrafında dönen bir başka tartışma ise ırkçılık üzerine. Tarantino'nun hangi tarafta olduğuna dair kafası karışmışlar da var, yönetmeni ırkçı ilan edenler de. Bence şunu göz önünde bulundurmak gerekir; Amerika'nın tarihinde ırkçılık var mı var ve bu dönemde geçen bir film çekiyorsanız siyahlara "nigger/zenci" dendiğini, siyahları aşağılayan, eziyet eden ve bu muameleyi hakettiklerini düşünen beyazları göstermenizden doğal bir şey olamaz. Üstelik de başrolde, başlangıçta beyaz adamın yardımına muhtaç olsa da, sonrasında mücadelesini kendi başına veren bir siyah var. Ayrıca Django'nun bir kahraman olarak son derece estetize biçimde sunulduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Kısacası Tarantino'nun ırkçılık propagandası yaptığını düşünmüyorum, nokta. İkna olmayanlar için Ku Klux Klan sahnesini bir kez daha izlemelerini öneririm.


     Oyunculuklar da filmin bir başka keyifli yanını oluşturuyor elbette. Jamie Foxx Django için yaratılmış gibi. Christoph Waltz için bir şey demeye gerek var mı bilmiyorum, yer aldığı sahnelerde kendisinden gözlerimi alamadım. Leonardo DiCaprio'dan pek hazzetmem ama kötü adam Calvin Candie'de çok iyiydi. Asıl bomba ise itici ötesi karakter, kraldan çok kralcı Stephen performansıyla Samuel L. Jackson'dı. Sevdiğim bir film olmamakla birlikte bana Manderlay'i ve onun kölelerini hatırlattı. Burn in hell Stephen! 
       Özetlemek gerekirse; zekice yazılmış diyaloglar, ince bir mizah, bolca kan banyosu, dozu azaltılmış olsa da hassas mideleri kaldırabilecek şiddet sahneleri ve soundtrack albümünü edinmeyi şart kılan harika müziklerle bir Tarantino filminde sevdiğiniz ve bulmayı umduğunuz her şey Django Unchained'de yeterince mevcut. İzleyin! God bless you QT!  

24 Şubat 2013

Sürprizsiz Oscar

  Oscar Töreni her geçen yıl daha tahmin edilebilir olmaya başladı. Çünkü Akademi Ödülleri'nin sahipleri belli oluncaya kadar dağıtılan pek çok ödül kimlere gittiyse Oscar'da da pek değişiklik olmuyor. O yüzden 85. Oscar Töreni'nde Argo'nun en iyi film seçilmesi kimseyi şaşırtmadı. Kendi adıma bence gecenin tek sürprizi en iyi yönetmen ödülünün Ang Lee'ye verilmesiydi. Gönlüm Haneke'den yana olsa da Ben Affleck yerine Lee'nin ödüllendirilmesi hoşuma gitti.  Lincoln'deki muhteşem ötesi oyunculuğuyla Daniel Day Lewis'in en iyi erkek oyuncu seçilmesi zaten kesindi. Ancak bu sene ne kadar ödül varsa toplayan Jennifer Lawrence'ın en iyi kadın oyuncu seçilmesini esefle kınadım. Hatun daha merdiven çıkamıyor!! Her neyse lafı uzatmayalım, buyurunuz kazananlar listesi: 

En İyi Film: Argo


En İyi Yönetmen: Ang Lee (Life of Pi)


En İyi Erkek Oyuncu: Daniel Day-Lewis  Lincoln)


En İyi Kadın Oyuncu: Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook)


En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christoph Waltz (Django Unchained)


En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Anne Hathaway (Les Misérables)


En İyi Uyarlama Senaryo: Argo

En İyi Özgün Senaryo: Django Unchained


    En İyi Animasyon Film: Brave

    Yabancı Dildeki En iyi Film: Amour (Michael Haneke)

    En İyi Şarkı: Skyfall

    En İyi Müzik: Life of Pi

    En İyi Yapım Tasarımı/Sanat Yönetimi: Lincoln

    En İyi Görüntü Yönetimi: Life of Pi

    En İyi Belgesel: Searching for Sugar Man

    En İyi Kurgu: Argo

    En İyi Kısa Belgesel: Inocente

    En İyi Kısa  Film: Curfew

    En İyi Kostüm Tasarımı: Anna Karenina

    En İyi Makyaj ve Saç: Les Misérables

    En İyi Kısa Animasyon: Paperman

    En İyi Ses Kurgusu: Zero Dark Thirty & Skyfall

    En İyi Ses Miksajı: Les Misérables

    En İyi Görsel Efekt: Life of Pi

    3 Şubat 2013

    Killing Them Softly

          
         Andrew Dominik, The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford (Korkak Robert Ford'un Jesse James Suikasti, 2007)'nin ardından oldukça sükse yapmış bir yönetmen. İzleyenler hatırlayacaktır; efsanevi bir kanun kaçağının son günlerini yavaş tempolu ve stilize biçimde anlatarak orijinal bir western ortaya koymuştu. Killing Them Softly'de yine suç dünyasını mercek altına alan yönetmen ekonomik kriz ve Amerika eleştirisini de işin içine katmış.
           Killing Them Softly bir suç filmi evet ama bu tür filmlerde alışık olduğumuz karizma suçlular, akıl dolu tuzaklar ve gerilim yok. Her şey iki ezik kafadarın, kafası daha çok çalışan birinin aklına uyup kumarhane soygunu yapması ile başlıyor. Ancak çaldıkları paralar büyükbaş birilerine ait ve bu büyükbaşlar da işleri yoluna koymak için bir "temizlikçi" gönderiyorlar. Filmin tek karizmatik ve aklı başında görünen kişisi (haliyle kendisi Brad Pitt tarafından canlandırılıyor) olan bu temizlikçi, ortalığı kan gölüne bulayarak herkesi "temizlemeden" önce izleyecekleriniz ise bol bol saçma muhabbet. Filmi beğenenler bu noktada bana kızacaktır belki ama bütün o ikili diyalogları izlerken fazlasıyla sıkıldım. Tarantino'nun veya Guy Ritchie'nin filmleri de bol miktarda ikili (hatta daha fazla) diyalog içerir ama hepsi de zekice yazılmış, esprili diyaloglardır ve bu tarz muhabbetleri izlemeye bayılırım. Killing Them Softly'dekiler ise -belki filmin sonundaki hariç- bana göre gereksiz, uzun ve zorlamaydı. Organize suç dünyasının Amerika'nın ekonomik ve politik sistemiyle olan göbek bağına işaret etmek ve sistem eleştirisi yapmak için fonda sürekli kafa ütüleyen Bush ve Obama'nın sözlerine bu kadar yer verilmeli miydi ondan da emin değilim. Filmin katili kibarca adam öldürmekten hoşlanıyor olabilir ama filmin yönetmeni mesajını hiç de kibar bir şekilde değil, gözümüze soka soka vermeye çalışıyor.



           Filmin en akılda kalıcı sahnesi şüphesiz ki katil Jackie'nin (sürprizi bozmayalım) X'i vurduğu an. Gerek çekim tekniği, gerek fondaki müzikle fazlasıyla estetize edilmiş bir şiddet gösterisiydi. Yaratıcılık ve yönetmenlik becerisi böyle bir şey evet ama yine de şiddetin bu denli yüceltilmesini rahatsız edici bulduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. 
           Brad Pitt, James Gandolfini, Ray Liotta ve Richard Jenkins; hepsi de iyi oyuncular ve bahsettiğim o diyalogların izlenebilir olmasının tek nedeni bu dörtlü arasında geçiyor olması. Bir de soyguncu loser rollerindeki Ben Mendelsohn ve Scoot McNairy var ki canlandırdıkları karakterlere son derece yakışmışlar. 
          Özetle Killing Them Softly vasat bir film ancak yine de çok kötü diyemem. Hatta internette okuduğum yorumlarda çok beğenenler olduğunu da gördüm. Oyuncuların hatırına ve başka alternatifiniz de yoksa izleyip kendi kararınızı kendiniz verin ve yorumlarınız paylaşmayı da ihmal etmeyin. 

    Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...