Sayfalar

27 Mart 2011

Türk Sinemasında Güldürü

Türk sinema tarihinde güldürünün gelişimi hakkında genel bilgiler veren, okuyanı bir nevi zamanda yolculuğa çıkaracak bir şeyler yazma niyetiyle bilgisayarın başına geçtim, ancak baştan uyarayım bu biraz uzun ve hatta biraz ciddi bir yazı olabilir. Yine de, ben sıkılmam bir göz atayım derseniz buyrun başlayalım..

Klasik Hollywood sinemasıyla kıyaslandığında Türk sinemasında türler daha sınırlı sayıda ve daha az gelişmiştir. Bu az sayıdaki türlere örnek olarak ise melodram, aile, güldürü, tarihi, macera, erotik, arabesk ve son dönemde de korku ve polisiye gösterilebilir. Bunlar arasında da sinemanın ilk yıllarından itibaren ağırlığını koruyan iki tür göze çarpar; melodram ve güldürü.
Bir tür olarak güldürünün cazibesinin kaynağı izleyenleri eğlendirmesi ve yaklaşık 2 saatliğine de olsa onlara dertlerini unutturması olduğu kadar, insanları ve olayları karikatürize ederek eleştirmesi ve hicvetmesidir. Nasrettin Hoca, Karagöz ve Hacivat, Keloğlan hikayelerinin, tuluat ve ortaoyunlarının sevildiği kültürümüzde, güldürünün sinemada da popüler bir tür olması şaşırtıcı değil elbette. Güldürünün sinema tarihindeki yolculuğu ise üç ayrı döneme ayrılarak incelenebilir; 1950 – 1970 yılları, 1970 – 1990 yılları ve son olarak günümüz güldürü sineması.
1950 – 1970 döneminde güldürü sinemasının üç büyükleri olarak adlandırılan  “Cilalı İbo”, “Adanalı Tayfur” ve “Turist Ömer” karakterleri ortaya çıkmıştır. Feridun Karakaya’nın canlandırdığı ‘Cilalı İbo’, Öztürk Serengil’in ‘Adanalı Tayfur’ tiplemesi ve Sadri Alışık’ın ‘Turist Ömer’i uzun yıllar sürecek halk güldürüsü dizilerini oluşturmuşlardır.
Cilalı İbo serisinin ilk filmi olan Cilalı İbo Yıldızlar Arasında 1959 yılında Osman Seden tarafından çekilmiştir. Bu filmi aynı tarihli Cilalı İbo Casuslar Arasında izler. Toplam 13 filmden oluşan Cilalı İbo serisinin diğer filmleri ise sırasıyla şunlardır; Cilalı İbo ve Tophane Gülü (1960), Cilalı İbo Perili Köşkte (1960), Cilalı İbo'nun Çilesi (1960), Cilalı İbo Zoraki Baba (1961), Cilalı İbo Rüyalar Aleminde (1962), Cilalı İbo Kızlar Pansiyonunda (1963), Cilalı İbo Kadın Avcısı (1963), Cilalı İbo ve Kırk Haramiler (1964), İstanbul Kaldırımları (1968), Cilalı İbo Avrupa'da (1970), Cilalı İbo Teksas Fatihi (1971).
Cilalo İbo aslında ilk olarak Zeki Müren’in başrolde olduğu 1957 tarihli Berduş filminde ikincil bir karakter olarak karşımıza çıkmıştır. Şapkası, yamalı pantolonu, kendine özgü peltek konuşması, ince bıyıkları, saflığı ve gariban haliyle başlangıçta orijinal bir tipleme olan Cilalı İbo tekrarlarla ve metinler arası alana yerleşmesi sonucu stereotipleşmiş bir figüre dönüşmüştür. Stereotipleşmiş figüre dönüşme, benzer şekilde Adanalı Tayfur ve Turist Ömer tipleri için de geçerli olmuştur. Yine Osman Seden tarafından yaratılan ve Öztürk Serengil tarafından canlandırılan Adanalı Tayfur, bir seyyar lahmacuncudur ve Cilalı İbo’nun aksine uyanık, hatta bazen de dalavereci ve cinselliği biraz daha ön planda bir karakterdir. İki yandan sarkan bıyıkları, kelliği ve fötr şapkası fiziksel olarak alamet-i farikasıdır. Kendine has Türkçe’siyle söylediği “yeşşeee, şepkemin altındayım, kelajj, tememm” gibi sözleri halk arasında oldukça popüler olmuştur ancak “yeşşee” sözünün öğrenciler arasında kullanımı dili yozlaştırdığı gerekçesiyle Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yasaklanır. İzleyicinin açık bir biçimde argo ve küfürle tanışması da Adanalı Tayfur filmleriyle olur.  
Adanalı Tayfur’un popülaritesinin azalmasıyla birlikte 10 yıllık bir dönem boyunca varlığını sürdürecek olan yeni bir karakter ortaya çıkar. Hulki Saner’in yarattığı ve Sadri Alışık’ın canlandırdığı bu yeni karakter Turist Ömer’dir. Turist Ömer (1963), Turist Ömer Dümenciler Kralı (1965), Turist Ömer Almanya’da (1966), Turist Ömer Arabistan’da (1969), Turist Ömer Yamyamlar Arasında (1970), Turist Ömer Boğa Güreşçisi (1971), Turist Ömer Uzay Yolunda (1973) filmlerinde ülkeler hatta dünyalar arasında maceradan maceraya koşan Turist Ömer karakterinin halk arasında çok sevilmesinin nedeni gariban, sevecen, iyi kalpli, duyarlı hareketleriyle seyirciyi hem güldürebilmesi, hem de hayatın zorlukları karşısında ezilen halktan biri imajıyla empati uyandırabilmesidir. Turist lakabının nedeni herhangi bir ailesi, eşi ya da çocuğu olmamasından kaynaklanmaktadır. Karakter açısından farklılık gösterseler de Turist Ömer de tıpkı Cilalı İbo ve Adanalı Tayfur gibi kendine has kıyafetleri (şapkası, eskimiş kıyafetleri ve ayakkabıları) ve tipik hareketlere sahiptir (elini alnının ortasına götürerek verdiği selamı).
1970’li yılların sonuna kadar ağırlığını sürdüren seks komedilerinin devrinin kapanmasıyla güldürü sinemasında kalabalık kadrolu, aile temalı, güncel sorunlara değinen yeni bir anlayış ortaya çıkar. Bu yeni güldürü tarzının çıkış noktası ise yönetmenliğini Ertem Eğilmez’in yaptığı 1975 tarihli Hababam Sınıfı’dır. Hababam Sınıfı serisi hem Cilalı İbo, Adanalı Tayfur ve Turist Ömer gibi karakterlere dayalı güldürünün cazibesini yitirdiği bir dönemde güldürü sinemasını tekrar canlandırması hem de İnek Şaban tiplemesiyle öne çıkan Kemal Sunal’ın Şaban karakteriyle pek çok popüler filme imza atmasının önünü açması bakımından önemlidir.
Devletin sinema üzerinde büyük baskısının olduğu bir dönemde geniş kitleler tarafından çok sevilen Kemal Sunal filmlerini muhalif güldürü sinemasının örnekleri arasına dahil etmek mümkündür. 1980’li yıllara hakim olan ekonomik zorluklar, yolsuzluklar ve siyasi çatışmaların doğurduğu kargaşa ortamını hicveden ve toplumsal eleştirilerde bulunan  filmlerde rol alan Kemal Sunal, ister bir kapıcıyı (Kapıcılar Kralı,1976), ister bir gangsteri (İyi Aile Çocuğu,1978), isterse bir milyoneri (Çarıklı Milyoner, 1983), isterse de bir memuru (Ortadirek Şaban, 1984) canlandırsın aslında hep aynı karaktere hayat vermektedir. Saf, iyi kalpli, dürüst, bazen şansı bazen de uyanıklığı sayesinde zor durumlardan sıyrılabilen, hazırcevap, yaşadığı zorluklarla dalga geçebilen ve ezilenlerin tarafında olan bu karakter İnek Şaban’dan da izler taşımaktadır.
Dönemin Kemal Sunal’dan başka öne çıkan bir diğer güldürü oyuncusu İlyas Salman’dır. Atıf Yılmaz’ın yönettiği Kibar Feyzo’da canlandırdığı Bilo karakterinin izleyiciden büyük ilgi görmesi üzerine 1979 yılında Erkek Güzeli Sefil Bilo filmiyle ilk kez başrol oyuncusu olarak kamera karşısına geçmiştir. Banker Bilo (1980), Çirkinler de Sever (1981), Çiçek Abbas (1982) ve Sarı Mercedes (1987) gibi rol aldığı pek çok filminde saf, cahil, mazlum, saf, taşralı bir karakteri canlandırmıştır. Bilo, Kemal Sunal’ın Şaban’ından ince çizgilerle ayrılmaktadır. İkisi de saf karakterlerdir ancak Bilo, Şaban gibi uyanık değildir. Ezilen ve sömürülendir, küfür etmez, kaba ve çirkin görüntüsünün altında naif bir kalbi vardır.
Kemal Sunal ve İlyas Salman’ın başrolde olduğu pek çok filmde yan rollerde yer alan Şener Şen’in ilk başrol filmi 1984 tarihli Namuslu’dur. Kemal Sunal’dan sonra Hababam Sınıfı serisinin izleyiciye tanıştırdığı Şener Şen, Kemal Sunal’dan oldukça farklı özellikler taşır. Züğürt Ağa (1984), Çıplak Vatandaş (1985), Muhsin Bey (1986), Selamsız Bandosu (1987) gibi öne çıkan filmlerinde, Kemal Sunal ya da İlyas Salman gibi birbirinin tekrar karakterleri canlandırmayan Şener Şen değişen toplumsal yapıyı, yitirilen değerleri anlatan bu filmlerde bir bakıma nostaljik karakterlere hayat vermiştir.
Bahsedilen üç oyuncunun filmlerinin ortak paydasında yaşanan toplumsal değişimlerin bireyler üzerindeki yıkıcı ve dönüştürücü etkisi, toplumsal çatışmalar ve kaybedilen değerlere, adil ve mutlu bir geleceğe duyulan özlem yer almaktadır. Kemal Sunal, İlyas Salman ve Şener Şen filmlerinde de otoritenin ve ezenlerin hicvedilmesi izleyenler açısından bir rahatlama ve duygusal deşarj sağlamıştır. Filmlerin anlatı yapılarına bakıldığında ise parçalı skeçler yerine daha bütünlüklü öyküye sahip olduklarını ve kimi zaman basit esprilere başvursa da daha eleştirel bir güldürü niteliği taşıdıklarını söylemek mümkündür. 
Güldürü sinemasında unutulmaz karakterler olarak yer alan Cilalı İbo-Adanalı Tayfur-Turist Ömer ve Kemal Sunal-İlyas Salman-Şener Şen üçlülerinin ardından günümüze geldiğimizde ön planda olan yeni karakterlerin yükselişini arka plandaki toplumsal değişimlerden ayrı değerlendirmemek gereklidir.
Batı sinemasının gölgesinde durgun bir döneme girmiş olan Türk sineması Yavuz Turgul’un yönettiği 1996 tarihli Eşkıya filmiyle silkinmiştir. Bu silkinmenin güldürü sinemasındaki yansıması ise 1999 yılında yönetmenliğini Gani Müjde’nin yaptığı Kahpe Bizans ile olmuştur. Bizans konulu Kara Murat, Malkoçoğlu gibi tarihi filmlerin parodisini yapan film, aynı zamanda Türk sinemasındaki yeni güldürü anlayışının da başlangıcı olmuştur. Günümüz güldürüleri toplumsal eleştiri gibi bir derdi olmayan, sevilen komedi oyuncularının popülaritesine sırtını dayayan, argo ve cinselliğin ön planda olduğu, herhangi bir mesaj kaygısı gütmeden sadece “güldürme” vaadi taşıyan ticari bir ürün olarak seyirciye sunulmaktadır.
Bu duruma istisna olarak eleştirel unsurlar barındıran Vizontele (2000) ve Vizontele Tuuba (2003), Dondurmam Gaymak (2005) gibi örnekler olsa da 2000’li yılların güldürü sineması yeniden çevrilen Hababam Sınıfı, Maskeli Beşler gibi serilerin, Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu (2006), Çılgın Dershane (2006), Plajda (2007), Kutsal Damacana (2007), Destere (2008) gibi filmlerin ve bunların gişedeki başarısı sonucu çekilen devam filmlerinin hakimiyetinde olmuştur. Ancak 2000’li yılların güldürü sineması ele alındığında üzerinde durulması gereken filmler, tıpkı daha önceki dönemlerde anıldığı gibi üç oyuncuya dayanmaktadır: Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar ve Ata Demirer.
Leman dergisi kökenli bir karikatürist olan Cem Yılmaz stand-up gösterileriyle ün kazanmıştır. Başrol oynadığı ve senaryosunu yazdığı ilk filmi olan Her Şey Çok Güzel Olacak (1998), Yılmaz’ın sonraki filmlerinden olan Hokkabaz (2006) gibi bütünlüklü bir hikayeye sahiptir. Ancak daha büyük gişe başarıları elde eden G.O.R.A. (2004), A.R.O.G. (2008) ve Yahşi Batı (2009) filmlerini Cem Yılmaz’ın stand-up şovlarındaki mizahi unsurları taşıyan, parçalı ve gişe başarısına odaklı filmler olarak nitelendirmek mümkündür.  
G.O.R.A. ve devamı olan A.R.O.G. filminde Cem Yılmaz Arif isimli bir karakteri canlandırır. Arif cahil, üçkağıtçı, kurnaz, ağzı laf yapan ve iş bilir bir karakterdir. Turistik bir halıcı dükkanı vardır, turistleri kazıklamaya çalışan uyanık esnaf stereotipine uymaktadır. Briyantinli saçları, ince bıyığı, gözlükleri ve giyim tarzıyla aslında oldukça karikatürize bir karakter olan Arif, Turist Ömer’i anımsatmaktadır. Maceraları da tıpkı Turist Ömer gibi her filmde farklı mekan ya da zamanlarda geçmektedir. G.O.R.A.’da uzaylılar tarafında Gora isimli bir gezegene kaçırılır, A.R.O.G.’da ise Komutan Logar tarafından milyonlarca yıl öncesine, ilk çağlara gönderilir. Yahşi Batı’daki karakter ise Arif’ten farklı biri olmakla birlikte ona oldukça benzemektedir ve her üç filmin de beslendiği ana malzeme “Türk’ün her yere ve koşula uyum sağlaması ve Türklüğünü göstermesi”dir. Üç filmin ortak noktası, birbirini takip eden sahnelerin bütünlüklü bir kurgudan çok, argo, küfür ve cinsellik içeren güldürü öğeleriyle dolu, birbirinden bağımsız skeçlere benzemesidir.
Bunun yanı sıra Matrix, Yıldız Savaşları (Star Wars), Beşinci Element (Fifth Element)  gibi popüler Hollywood filmleri ile de dalgasını geçen filmdeki çoğu espri ise ağırlıklı olarak ancak bizim kültürümüzde yetişmiş birinin anlayacağı ve komik bulacağı unsurlara dayanmaktadır. Garavel’in kullanması için Arif’e verdiği uzay gemisinin adının KF-1500 (kafa1500) olması buna verilecek örneklerden biridir. Filmin gişe başarısının altında da izleyicilerin Arif’te kendilerinden bir şeyler bulması hem de günümüz mizah anlayışına uygun bir örnek olmasıdır.
Sisteme dair bir eleştiride bulunmak ya da mesaj vermek kaygısı gütmeyen, günümüz güldürü anlayışının bir diğer popüler örneği ise Recep İvedik serisidir. Şahan Gökbakar’ın televizyon programındaki bir tipleme olan Recep İvedik’in izleyici tarafından büyük ilgi görmesi üzerine beyazperdeye aktarılmıştır. Halk arasındaki “kıro” ya da “maganda” nitelemelerinin tam karşılığı olan, kaba saba, cahil, ağzı bozuk, agresif bir karakter olan Recep İvedik toplum içinde rahatsız edici davranışlarda bulunmaktan, küfür etmekten, zaman zaman kaba kuvvete başvurmaktan, tüm görgü kurallarını hiçe saymaktan çekinmemektedir. İzleyicileri güldüren ise, Recep İvedik’in tam da bu çirkin davranışlarıdır. Recep İvedik, kaba davranışları, bulunduğu her ortamda uyumsuz davranışlarda bulunması ve sürekli olarak kargaşa yaratması, cinselliğinin ön planda olmasıyla Adanalı Tayfur ile benzerlikler göstermektedir. Ancak Adanalı Tayfur’u maganda olarak nitelemek yanlış olacaktır ve bir magandanın izleyici tarafından kabul edilip, sevildiği ilk film de Recep İvedik olmuştur.  
Yolda bulduğu bir cüzdanı sahibine vermek üzere Antalya’ya doğru yola çıkan Recep İvedik, cüzdanın sahibine ait olan otelde çocukluk aşkı Sibel’i görür ve onu etkilemek için otelde kalmaya karar verir. Basit bir hikayeye sahip olan filmin, tıpkı G.O.R.A. ya da A.R.O.G. gibi bütünlükten uzak, parçalı, televizyondaki skeçlere benzeyen, mizah gücünü de küfür ve kaba esprilerden alan bir yapısı vardır. Herhangi bir izleyici filmin belli bir bölümünü izlemese bile filmi rahatlıkla takip edebilecek, kaçırdığı bir şey olmayacaktır.  Bir halk kahramanı olarak lanse edilen Recep İvedik, kendisini takip eden iki film daha çekilmesiyle bir filmde ne kadar çok küfür, ne kadar ucuz cinsellik ve belden aşağı espri varsa filmin izleyiciler tarafından o kadar komik bulunduğu günümüz güldürü anlayışını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Televizyonun ve stand-up şovların popülerleştirdiği ve bir güldürü ikonu olarak sinemaya transfer ettiği üçüncü isim Ata Demirer’dir. Avrupa Yakası isimli diziyle parlayan Ata Demirer, Osmanlı Cumhuriyeti (2008) isimli filmin ardından senaryosunu da yazdığı 2009 tarihli Eyvah Eyvah ile daha nitelikli bir güldürü filmine imza atmıştır. Bu filmde canlandırdığı Hüseyin Badem isimli karakter, grubuyla düğünlerde müzik yapan bir klarnetçidir. Uzaktan uzağa hoşlandığı ancak açılamadığı bir kız vardır. Tesadüfen babasının yaşadığını öğrenir ve onu bulmak üzere İstanbul’a doğru yola çıkar. Film, Hüseyin’in babasını arama yolculuğu sırasında yaşadığı komik olaylar üzerinden ilerler.
Eyvah Eyvah’ın öyküsü, daha önce bahsedilen G.O.R.A. ve Recep İvedik’teki gibi ana karakterin bir yolculuğa çıkması ve bu yolculuk sırasında başına gelenler hakkındadır. Üç karakterin özellikleri birbirine tıpatıp benzememekle birlikte ortak noktaları bulunmaktadır. Hem Arif, hem Recep İvedik hem de Hüseyin Badem özünde son derece iyi ve cahil insanlardır. Örneğin Recep İvedik gittiği bir suşi restoranında, Hüseyin Badem ise şarkıcı Firuzan’la buluştuğu restoranda mönüdeki yabancı isimli yemeklerden bir şey anlamazlar. Bu durum, filmdeki bir karakterin alt sınıfa ya da alt kültüre ait olduğunu göstermek için kullanılan bir stereotiptir.
Bahsedilen üç kahramanın da uzaktan sevdiği ama duygularını ifade edemediği birer kadın vardır. Her üç filmin sonunda Arif prenses Jeku’yla dünyaya geri dönerken, Recep İvedik çocukluk aşkının dikkatini çekmeyi sonunda başarır, Hüseyin Badem ise İstanbul yolculuğunun sonunda Müjgan’ı istemeye karar vermiştir. Başka bir deyişle üç kahramanın da yolculuğu sonunda kendisini bekleyen ödül, sevgiliye kavuşmadır. Kahramanın yolculuğu, bu yolculuk sırasında başına gelen maceralar ve bunlar neticesinde yaşadığı dönüşüm, yolculuğun sonunda da ödül olarak kadını elde etmesi hemen her tür filminde kendisini tekrarlayan bir mittir.  
Güldürü, eskiden beri ezilen kesimin sesini duyurma, ezen taraftan intikam alma, iktidarı ve otoriteyi eleştirme aracı olmuştur. G.O.R.A., Recep İvedik ve Eyvah Eyvah filmlerinde bu tarz derin bir eleştiri ya da mesaj olmamakla birlikte her üç filmi kahramanının da otoriteye karşı kafa tutması ya da çekinmemesi izleyicilerin sempatisini kazanmalarında önemli olmuştur. G.O.R.A.’da Arif otoriteyi temsil eden komutan Logar’a karşı mücadele eder ve hatta herkesin içinde onu küçük düşürür. Recep İvedik ise otelin müdürüne veya devam filminde önemli iş adamlarına karşı umursamaz ve kaba davranışlarını sürdürür. Eyvah Eyvah’taki Hüseyin Badem ise sahneye çıktığı pavyonda kendisini dinlemeye gelen kabadayı karşısında rahat tavırlar sergiler. Bu örnekler tür karakterlerinin gerçek dışı ve derinliksiz karakterler olarak, seyircinin özdeşleştiği ve kendisini istediği her şeyi yapabilen, eylem konusunda sınırları olmayan niteliğini açık biçimde desteklemektedir. 
Güldürü sinemasının bahsedilen bu üç dönemini değerlendirdikten ve aralarındaki ortak noktaları belirledikten sonra  1950 – 1970 yılları arasındaki güldürü sinemasının üç stok karakteri (Cilalı İbo, Adanalı Tayfur ve Turist Ömer) ile günümüz güldürü sinemasındaki stok karakterler (Arif, Recep İvedik ve Hüseyin Badem) ve bu karakterler üzerine kurulmuş olan filmlerdeki anlatı yapıları arasında önemli benzerlikler olduğunu söylemek mümkündür. Yaratılan karakterlerin ayırt edici fiziksel özellikleri, tipik davranışları ve sözlerinin yanı sıra bütünlükten uzak olay örgüsü, skeçvari espriler ve toplumsal eleştiriden uzak hikayelerin bu benzerliği, günümüz güldürü sinemasının zaman içinde gelişerek daha iyi örnekler vermek yerine, yarım yüzyıl geri giderek, kalitesini düşürdüğüne işaret etmektedir. Film anlatısı içinde stereotiplerin bu şekilde yoğun, klişe ve tekrarlanan biçimdeki kullanımını hem günümüz popüler sinema anlayışındaki gişe kaygısıyla hem de bir tür olarak güldürünün toplumsal eleştiri misyonundan uzaklaşmasıyla açıklamak mümkündür.


4 yorum:

  1. Şahan Gökbakar adının Türk komedi sinemasının ele alındığı bir yazıda Sadri Alışık ve Şener Şen gibi ustaların adıyla aynı yerde zikredilmesi bence zaten durumun ne kadar vahim olduğunu ortaya koyuyor. Yaptıkları işler itibariyle olmasa bile en azından kabiliyet ve işine emek sarfetme konusunda hem Cem Yılmaz'ı hem de Ata Demirer'i ayrı tutarım. Ama netice itibariyle al birini vur ötekine. Sadri Alışık'ın "Turist Ömer"'i, Şener Şen "Ağa" tiplemeleri ve Kemal Sunal'ın çoğu hikayesi Charlie Chaplin araklaması olan "Şaban" filmleri meşhur tabirle "kült" kabul edilir ve bence de öyledir. Etki etmiştir ve hala ilgiyle izlenmektedir. Herşeyin artan bir ivmeyle çarçabuk tüketilip unutulduğu bir zamanda komedi filmleri de payına düşeni alıyor. Neticede bu işe para yatıran ve kazanmak isteyen insanlar var. Onların derdi hasılat ve eminim birçok idealist geçinen yapımcı ve yönetmenin de önceliği budur. Hal böyle olunca kalite beklememek lazım. Bu anlamda ben Nuri Bilge Ceylan'a hayranım. Halk bunu istiyorsa yapacak bişey yok demediği için.

    Yazı gerçekten uzun olmuş : ). Akademik bir çalışma için yapılmış gibi. Öyle değilse bile ciddi emek vermişsiniz. filmperest misiniz nesiniz?

    YanıtlaSil
  2. Doğru tespit, bu yazı gerçekten de akademik bir çalışmanın kısaltılmış bir versiyonu :)

    Emek harcanmış, doğru yorumunuz için de teşekkür ederim. Yaklaşık son 10 yıldır Türk sinemasında güldürü dahil pek çok türde film üretiliyor. Bu arada nicelik artarken niteliğin azalması da malesef kaçınılmaz.

    YanıtlaSil
  3. Sizi güldürecek belki ama benim Cem Yılmaz'dan umudum var. Hem gişede başarı sağlayacak hem de sizin tabirinizle sinemayı boş bir zaman eğlencesinden daha fazlası olarak görenleri de memnun edecek bişeyler ortaya koyabilir diye düşünüyorum. Hokkabaz, güldürü sayılmamakla birlikte, fena değildi. Özlem Tekin'e gerek yoktu belki.

    YanıtlaSil
  4. Yoo niye güleyim. "Arif tiplemesi" çizgisinden sıyrılırsa elbette Cem Yılmaz çok yetenekli bir oyuncu. Bu yeteneğini de en son Av Mevsimi filminde izledik. Güldürü alanında da çok daha iyisini yapabileceğini ben de inanıyorum.

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...