Çok fazla zombi filmi seyretmişliğim yoktur. Seyrettiklerim arasında en
beğendiklerim ise sadece 28 Days Later (28
Gün Sonra) ve I’m Legend (Ben
Efsaneyim) oldu şimdiye kadar. George A. Romero’nun yaşayan ölülerini ise zombi sineması içinde çok ayrı bir yere
koyarım elbette. Beyazperdeye yansıyan korku ve dehşetin arka planında sağlam
bir kapitalizm eleştirisi yapan Romero’nun filmlerindeki zombiler sadece bir
korku figüründen çok daha fazlasını temsil etmekteydi. Zamanla içi boşalan her
şey gibi zombiler de Hollywood’un sıradan korku nesnelerine dönüştü. Esas
kahramanı kovalamak ve bu arada yaşanan her tür aksiyonla izleyiciyi koltuğunda
germekten başka bir amaca hizmet etmez oldu. World War Z de ne yazık ki bu akımdan
kaçamamış ve eleştirel açıdan bir şey söylemeyen ama gerilimi ve aksiyonu bol
bir “büyük prodüksiyon” olmaktan öteye geçememiş.
Zombi filmi diyerek başladım ama aslında WWZ’nin bir salgın hikayesi ya
da post-apokaliptik bir film olduğunu da söylemek mümkün. Konusu kısaca eski
bir BM çalışanı olan Gerry’nin salgının nedenini ve tabi ki çaresini bulmak
üzere göreve geri çağrılmasına ve Kuzey Kore, İsrail ve Galler arasında yaptığı
tehlikeli yolculuğa dayanıyor. Bekleneceği üzere pek çok tehlike ve
talihsizlikle mücadele ediyor ama cesur bir esas kahraman olarak hepsinin
üstesinden geleceğini zaten daha izlerken biliyoruz. Film bilinen bütün Hollywood klişelerini
başarıyla kullanıyor ama asıl başarısı tüm bu klişelere rağmen izleyiciyi gerim
gerim germeyi ve hatta bir iki sahnede yerinden zıplatmayı becerebilmesi. Takdir
edersiniz ki hem tahmin edilebilir olup hem de gerilim yaratabilmek pek kolay
bir iş değil. Filmde alışılmayan sadece iki şey vardı; birincisi hiç kan
görmedik. Bilinçli bir tercih olarak her türlü potansiyel dehşet sahnesinde kamera
kibar bir leydi gibi başını çevirivermiş. İkinci anti-klişe ise uyuşukluklarına
alıştığımız zombilerin tazı gibi koşmasıydı.
Filmografisine baktığımızda yönetmen Marc Forster’ın WWZ’ye gelene kadar
türler arasında gezindiğini görüyoruz. Monster’s Ball (Kesişen Yollar, 2001), Finding Neverland (Düşler Ülkesi, 2004) ve Quantum of Solace (2008) gibi farklı türde filmlere imza atan yönetmen, bir
blockbuster’ın nasıl altından kalkılacağını biliyor olmalı. Evet başta filmi
“içi boş bir büyük prodüksiyon” olarak nitelendirmiş olabilirim ama iyi film
kriterlerinizden “eleştirel bakış açısını” çıkarırsanız WWZ temposu yerinde,
başarılı ve amacına ulaşan bir film. Amaç ne mi?! İzleyiciyi iki saatliğine
gerçek dünyadan koparmak. Ancak virüsün kaynağı ve nedenlerine ilişkin sağlam
göndermeleri olan bir senaryo ararsanız ne yazık ki hayal kırıklığına
uğrayacaksınız.
Filmin yıldızı Brad Pitt’e gelirsek… Bir miktar yaşlanmakla birlikte
oyunculuk kalitesi ve karizmasından hiçbir şey kaybetmeyen Pitt’in tek adam olarak
filmi sırtladığını ve bunda hiç sırıtmadığını gönül rahatlığıyla söylemek
mümkün. Diğer oyuncular ise kısa rolleriyle kayda değer bir iz bırakmıyorlar.
Sonuç olarak eğer siz de benim gibi zombi filmi fanatiği değilseniz,
bolca kan, vahşet, kopan uzuvlar vs. görmek istemiyorsanız ve şu ara sadece
kafanızı boşaltacak bir şeyler izleme derdindeyseniz World War Z’yi
beğeneceksiniz demektir. Gelen dedikodular arasında devam filminin
çekilebileceği olduğunu da ek bir bilgi olarak verelim.