İskandinav mitolojisinin güçlü tanrısı Thor, nihayet beyazperdeye transfer olan çizgi roman kahramanlarının arasındaki yerini aldı. Üstelik de Hollywood blockbusterlarıyle pek ilgisi olmayan ve daha çok Shakespear uyarlamalarıyla bilinen aktör ve yönetmen Kenneth Branagh tarafından filme alındı. Aslında bu, bir süredir sinemadaki çizgi roman kahramanlarına derinlik katma, daha sahici karakterler yaratma trendine uygun düşen bir tercih olarak görülebilir. Zaten Thor’un hikayesi de Shakespear-yen temalar içeriyor. Asgard isimli bir gezegenin kralı hatta “hepimizin babası” Odin’in iki tane oğlu vardır; Thor ve Loki. Odin veliaht olarak Thor’u seçmiştir ancak, kibirli, başına buyruk ve fevri Thor gezegeninin savaşa girmesine neden olunca Odin tarafından tüm güçleri geri alınarak dünyaya sürülür. Filmin bundan sonrası elbette beklendiği gibi heyecan dolu aksiyon sahneleri içeriyor. Hatta zaman zaman gülümsetecek, keyifli anlar ve eh birazcık romantizm de var. Ama filmin asıl derdi olması gereken “kahramanın öğrenme ve büyüme süreci” ne yazık ki olmamışlık hissi uyandırıyor.
Bu öğrenme ve büyüme meselesi Spider Man ya da Iron Man gibi çoğu süper kahraman öykülerinde ortak bir tema aslında. Thor’un onlardan farkı süper güçlerini sonradan edinip, yaşadığı mücadeleler neticesinde bu güçlerle yaşamayı ve sorumluluklarını öğrendiği bir hikayesinin olmaması. Aksine doğuştan sahip olduğu süper güçlerini kaybedip bocalamasına tanık oluyoruz. Başka bir deyişle, Thor’un öğrenmesi gereken kahraman olmak için süper güçlerini nasıl kullanması gerektiği değil, kahraman olmak için yapması gereken fedakarlıkları ve alması gereken sorumlulukları öğrenmesi. İşte filmde aksiyon uğruna geçiştirilmiş gibi duran nokta da burası.
Geçiştirilmiş gibi duran bir başka konu da Thor ve ölümlü dünyalı Jane arasındaki romantik ilişki. İkisinin arasında ne ara cinsel çekimden öte bir duygusal elektriklenme yaşandı pek anlaşılmıyor doğrusu. Yani demek istediğim karşınızdaki Chris Hemsworth gibi yakışıklı bir adam ya da Natalie Portman gibi güzel bir kadın ise fiziksel çekim duymanız son derece normal olabilir; ama iş ayrı kalınca özlemeye geliyorsa “ne yaşadılar da bu kadar bağlandılar” diye insan sormadan edemiyor.
Oyuncu tercihlerine gelirsek, Anthony Hopkins Odin için mükemmel bir seçim olmuş. Kendisinin ustalığına lafımız yok zaten. Chris Hemsworth da Thor için doğmuş gibi. Aksiyon filmlerinde görmeye alışkın olmadığımız Natalie Portman ise Black Swan’daki performansından uzak, gayet iki boyutlu bir karakter sunuyor. Loki rolündeki Tom Hiddleston soğuk ifadesiyle rolüne yakışanlardan. Çizgi romanda gayet sarışın olan Heimdall ise siyahi oyuncu Idris Elba tarafından canlandırılmış ama bence hiç de kötü olmamış.
İhtişamlı bir Asgard görmek, başarılı dövüş koreografileri izlemek ya da her şeyi unutup, sıkılmadan 114 dakika geçirmek istiyorsanız Thor’u izleyin. Ve son bir uyarı; kapanış jeneriği bitene kadar koltuklarınızı terk etmeyin, sürprizi kaçırmayın.