Sayfalar

11 Kasım 2011

Midnight in Paris

Bu yazıya başlamadan önce hemen söyleyim; Woody Allen filmlerinin koyu bir hayranıyım. Dolayısıyla birazdan okuyacaklarınız –zaten bu blogtaki hiçbir postta tarafsızlık iddiam olmamakla birlikte- fazlasıyla sübjektif olabilir. Peki Woody Allen filmlerinin nesini bu kadar çok seviyorum? Öncelikle kendisiyle dalga geçmesini. Başrolde kendisi oynasın ya da oynamasın nevrotik, biraz şapşal, obsesif ve içe dönük ana karakterleriyle aslında her zaman gerçek Woody Allen’ı izliyormuşuz gibi hissederim ve kendisiyle böyle rahat dalga geçtiği için de hayran olurum. Kesinlikle çok keskin bir zekanın ürünü oldukları belli olan filmlerindeki mizah, ince alay, kimi zaman absürt bir biçimde gelişen olaylar ve eleştiri oklarını sakınmadan sapladığı diğer karakterler de bir Woody Allen filminin güzellikleri arasındadır. Midnight in Paris’te ise bu saydıklarımın hepsi ve hatta daha fazlası var.
Paris’e bir güzelleme olarak nitelendirilebilecek film bunu doğrularcasına eşsiz Paris görüntüleri ve ana karakter Gil’in ağzından Paris övgüleri ile dolu. Sağır sultanın bile bildiği üzere bir New York aşığı olan Woody Allen’ın yaşamak istediği ikinci şehrin Paris olduğunu bilenler için bu durum pek şaşırtıcı gelmiyor tabi (Bilmeyenler de şimdi öğrenmiş oldu). Gil, bir yazar. Nişanlısı Inez ve onun ailesiyle birlikte Paris’te tatildeler. Daha filmin başlarında Gil ve Inez’in zıt zevklerini öğreniyor, aslında farklı dünyalara ait olduklarını fark ediyor ve nasıl olup da evlenmeye karar verdiklerine anlam veremiyoruz. Bu belki de filmin tek zorlama duran kısmı. Ama o kadar kusur kadı kızında da olur deyip görmezden gelebiliriz.


 Filmin asıl keyifli kısmı ise Gil’in zaman yolculuğu yaptığı bölümler. Saat tam gece yarısını vurduğunda garip bir şekilde kendisini 1920’lerin Paris’inde bulan Gil dönemin en bilinen sanatçılarıyla tanışma fırsatı yakalar. Kimler yok ki Gil’i ve tabi ki bizleri şaşırtan o isimler arasında; Zelda ve F. Scott Fitzgerald çifti, Ernest Hemingway, Cole Porter, Salvador Dali (Adrien Brody sen bir harikasın), Luis Bunuel, Pablo Picasso, Gertrude Stein, Josephine Baker ve T.S. Elliot perdede birbiri ardına endam-ı arz ediyorlar. Tabi burada önemli olan bu kişileri tanımak ve sohbet sırasında geçen esprileri anlamak için birazcık genel kültür bilgisi gerektiği. Ukalalık yapmak istemem ama bu, filmden daha fazla keyif alınmasını sağlayan bir nokta. Gil’in gerçeküstücülerle ve özellikle de Bunuel’le yaptığı kısa sohbet söylemek istediğime güzel bir örnek olabilir.
Bu kadar övdükten sonra yine de dürüst olmak gerekirse Midnight in Paris’te, Woody Allen’ın daha eski (başrolünde kendisinin olduğu diyelim) filmlerinde rastladığımız keskin eleştirilere pek rastlamıyoruz. İçi boş entelektüellere, Cumhuriyetçilere ve gösteriş meraklılarına karşı hoş iğnelemeler mevcut gerçi ama o meşhur Woody Allen hınzırlığında değil. Yine de ne olursa olsun çok keyif alacağınız ve muhtemelen Gil’in yerinde olmak isteyeceğiniz bir film var karşınızda. Şahsen 1920’lerde ya da başka bir dönemde yaşamaktansa tıpkı Gil gibi zamanda yolculuk edip şimdiki bilgi ve birikimimle geçmişi deneyimlemek ve o döneme damgasını vuran dehalarla iki muhabbet çevirmek isterdim. 

 
Son olarak da oyunculara değinmek istiyorum. Her Woody Allen filminde olduğu gibi Midnight in Paris’te de pek çok ünlü oyuncu bir arada. Özellikle Gil rolündeki Owen Wilson rahatlıkla Woody Allen’ın bundan sonraki filmlerinde başrol oynayabilir bence. Aynı şaşkın yüz ifadesi, bazen kekeleyerek konuşması ve beden diliyle Allen’ın adeta kopyası olmuş. Marion Cottilard da 20’li yılların kostümleri içinde gerçekten harika görünüyor. Ama kimse kusura bakmazsa en yüksek puanımı Salvador Dali’yi canlandıran Adrien Brody’e vermek istiyorum. Hatta mümkünse lütfen Dali’nin hayatını anlatan bir film çeksinler ve bu harika performansı daha uzun süre izleyebilelim. 
Lafı daha fazla uzatmaya gerek yok, Woody Allen’ı sevin ya da sevmeyin Midnight in Paris’i bence kaçırmayın. Woody Allen’ın en iyi filmi olmayabilir ama bu yılın en iyilerinden biri.   


  

4 yorum:

  1. Gerçekten de yılın en iyi filmlerinden biri. Edebi hikayesi dışında arka planda çok güzel ayrıntılar var; geçmiş zamandaki Paris'in renk uyumu, kıyafetler, kullanılan dekor vs. yağlı boya tablosu gibi :) ve tabii ki mükemmel müzikleri.

    YanıtlaSil
  2. bu blog şimdiye de rastladıklarım arasında belki de en underrated olanı.. daha çok izleyiciyi hakediyor.. e olacaktır da.. david lynch'e gıcığım ama..

    YanıtlaSil
  3. Can, haklısın müzikler de mükemmeldi, yazıda değinmemiştim hatırlattığın iyi olmuş :)

    Barakuda, yorum için teşekkürler. Biraz tenha bir blog burası evet :( kimse okumasa kendim okurum napiim :)

    YanıtlaSil
  4. Thank you for your visit and subscribe to my blog)
    Unfortunately I do not know the Turkish language and it is difficult understand your reviews, but there is footage of films and my memories ...
    And though our blogs are different, I suggest link exchange. With pleasure I will see your blog in "MyArtFriends")

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...