Suç sinemasının bir alt türü
olan soygun filmlerinin popülerliği 1903 tarihli Büyük Tren Soygunu (The Great Train Robbery)’den beri devam
ediyor. Hırsızları gerçek hayatta elbette kimse sevmez ama iş bir soygun
filmindeki hırsıza gelince onunla özdeşleşmemiz ve kanuna karşı onun tarafında
yer almamız nedense kaçınılmaz oluyor. Başroldeki zeki, soğukkanlı ve pek tabi
ki ‘cool’ bir karakterle -hırsız da olsa- özdeşleşmek çok kolay zaten, ama bileğinden
çok aklına güvenip zora düşmedikçe asla şiddete başvurmayan bu hırsızları kötü
adam gibi görmek de pek mümkün değil. İşin içine soyulması inanılmaz zorluktaki
mekanları hedefleyen ve iş bittiğinde ağzımızı açık bırakan dahice soygun
planları da girince söz konusu hırsızlarımızın önünde saygıyla eğilmekten başka
yapılacak bir şey yok. Soygun filmlerinin cazibesinde etkili olan bir başka faktör
de suç işlemenin ve kanuna karşı gelmenin dayanılmaz çekimi tabi ki. Ancak bu
derin konuya ilişkin sosyolojik ve psikolojik tahlillere hiç girmeden en çok sevdiğim
soygun filmlerine geçmek daha iyi olacak.
Büyük
Hesaplaşma (Heat, 1995)
Soygun filmi deyince aklıma ilk
gelen örnek Micheal Mann’in kült filmi Büyük Hesaplaşma oldu tabi ki. Film hem biçim
hem de içerik bakımından eşsiz olsa da onu unutulmaz yapan şey biz fanilere Al
Pacino ve Robert De Niro gibi iki devi karşılıklı döktürürken izleme fırsatı
vermiş olması. Söylenecek fazla şey yok. Hala izlememiş olan varsa çok büyük
kayıp, izleyenler beni anladı. Aşağıdaki efsane sahnenin çekildiği masanın hala
o restoranda olduğunu ve ziyaret edildiğini de dipnot olarak ekleyelim.
Ocean’s
Eleven/Twelve/Thirteen (2001, 2004, 2007)
Soygun filmlerinin bütün
klişelerine (eski ekibi toplama, son bir vurgun yapma, soyulması imkansız bir
mekanı hedefleme) sahip olmasına rağmen kamera arkasındaki Steven Soderbergh’in
bu klişeleri ustalıkla birleştiren yeteneği ve yıldız kadrosuyla Ocean’s Eleven
sükseli ve eğlenceli bir filmdi. Aralarında George Clooney ve Brad Pitt gibi
yakışıklıların yer aldığı bir hırsızlar ekibini sevmemek ve kötü adama karşı
onların galip gelmesini istememek delilik olurdu. Sonrasında çekilen devam
filmleri –özellikle de üçüncüsü (Al Pacino’ya rağmen)- aynı tadı vermedi o
ayrı.
Rezervuar
Köpekleri (Reservoir Dogs, 1992)
Quentin
Tarantino’nun suç filmlerinde ne kadar başarılı olduğu malumunuz. Kendisini üne
ve başarıya kavuşturan ilk filmi Rezervuar Köpekleri klasik bir soygun filminde
olduğu gibi soygun anına ve detaylarına değil, soygun sonrasında hırsızlar
arasında yaşanan psikolojik gerilime odaklanarak türe yeni bir soluk getirmiş
oldu. Harvey Keitel, Steve Buscemi, Tim Roth ve Michael Madsen’ın yer
aldığı oyuncu kadrosu, diyaloglar, senaryo, kurgu vd. filmdeki her şey
mükemmel. Açılış sahnesindeki bahşiş muhabbeti için bile defalarca izlenebilir.
İçerideki
Adam (Inside Man, 2006)
İyi soygun filmlerinin bir
başka önemli özelliği de birbirinden başarılı yıldız oyunculara sahip olması
sanırım (istisnalar kaideyi bozmaz). İçerideki Adam’da da Denzel Washington,
Clive Owen, Jodie Foster, Willem Dafoe ve Christopher Plummer gibi A sınıfı tabir
edilen oyuncular yer alıyor. Hırsız-polis kapışmasının sağlam bir senaryo ve
kurgu ile anlatıldığı filmde yönetmen Spike Lee olunca ortaya eleştirel dozu yüksek,
kaliteli bir iş çıkması da kaçınılmaz.
Köpeklerin
Günü (Dog Day Afternoon, 1975)
Al Pacino’nun yer aldığı bir
başka soygun filmi daha. Ancak bu sefer ortada kusursuz bir plan ve soğukkanlı
soyguncular yok. Al Pacino’nun canlandırdığı eşcinsel Sonny beceriksiz ve saf
bir adam. Sevgilisinin ameliyat parası için soygun yapmaya karar vermiş. Ancak banka soygununun kontrolden çıkmasıyla absürt
olaylar başlıyor ve rehineler, polisler, gazeteciler derken ortalık bir anda
panayır yerine dönüyor. Sidney Lumet’in gerçek bir öyküden yola çıkarak çektiği
film hem eğlenceli hem de trajik yanıyla gerçek bir başyapıt. Al Pacino ise insan
değil, evet.
Sonsuz Kaçış (The Getaway,
1972)
Usta
hırsız Doc McCoy ve eşi Carol’ın büyük bir soygun sonrasında ele geçirdikleri
yüklü miktarda parayla hem polisten hem de paranın peşindeki bilimum kötü
adamlardan kaçış öyküleri bir miktar Bonnie ve Clyde’ı çağrıştırsa da bence The
Getaway çok daha iyi bir film. Ölümüne cool bir Steve McQueen, güzel kadın kontenjanından
Ali McGraw ve kötülerin kötüsü Al Lettieri’yi izlemek ayrı bir zevk. 1994
yılında çekilen Alec Baldwin ve Kim Bassinger’lı bir başka versiyonu ise basit
bir taklidin ötesine geçememiştir ne yazık ki.
Sonsuz Ölüm (Butch Cassidy and
the Sundance Kid,1969)
Hollywood’un
önemli aktörlerinden Paul Newman’ın Butch’ı, Robert Redford’un ise Sundance’i
canlandırdığı film western türünde yer almakla birlikte ikilinin yaptıkları bir
soygun ve sonrasında kanun adamlarıyla yaşadıkları müthiş kovalamacayı anlatır.
Vahşi batı, tren ve banka soygunları, silahlar, güzel diyaloglar ve müzikler… Bu
filmle ilgili kötü olan tek şey isminin Sonsuz Ölüm olarak Türkçe’ye çevrilmiş
olması.
Benim en çok sevdiğim soygun filmleri listesinin tepesinde sanırım "Rezervuar Köpekleri" olurdu.
YanıtlaSilAyrıca listede olmayan bir film daha geldi aklıma. İzlemediysen tavsiye ederim. İzlediysen de ederim.
http://www.imdb.com/title/tt0089284/
Önerdiğin filmi izlememiştim, hemen watchlist'e ekliyorum.
SilHazır voçlistine ekliyorsun burdan buyur;
YanıtlaSil- Lola rennt (bidaha izle)
- The first great train robbery (bunu izlemiş olamazsın. ben bile izlemedim. manyak bir arkadaşım tavsiye etmişti vaktiyle)
- Point Break (Keanu Reeves oynuyor ona göre)
- Lock, Stock and Two Smoking Barrels (bence sınetç'ten daha iyi....)
- the silent partner
arada banka soygunu olmayanlar var idare edersin artık....
Öneriler için teşekkürler, The Silent Partner hariç hepsini izledim. (The Great Train Robbery dahil)
SilO halde sende biraz "manyak" sınız!
YanıtlaSilneden olmasın :)
Sili soliti ignoti..
YanıtlaSilizlemeyi bırak, bu filmin adını bile duymamıştım. öğrendiğim iyi oldu :)
Sil