1920'li yıllarda Amerika'daki içki yasağı ve o dönemin gangsterlerinin suç öyküleri Hollywood için her zaman cazip bir kaynak oldu. İtiraf edeyim ben de jilet gibi takım elbiselerinin içindeki janti gangsterlerin başrolde olduğu filmleri fazlasıyla severim. Gerçek bir öyküden esinlenildiği ibaresiyle açılan Lawless'a ise gangster filmi demek pek doğru olmaz (iyi film diyeni ise vurmak lazım). Kaçak içki üreten üç kardeşin kendilerinden haraç toplamaya çalışan sözde kanun adamıyla mücadelesini anlatan film Matt Bondurant'ın The Wettest County in the World isimli kitabından uyarlanmış.
Filmin iyi adamları olan Bondurant kardeşler en tehlikeli ve ölümcül durumların bile üstesinden gelip hayatta kalmalarıyla meşhur. Kötü adamlara pabuç bırakmayacak kadar da yürekliler. Kardeşlerin en küçüğü ve aynı zamanda en eziği olan Jack ise, "ben saksı değilim" tarzı bir çaba içinde kendisini abilerine ispatlamaya çalışıyor. Psikopatlık derecesindeki kötü adamın katkılarıyla işler sarpa sarıyor ve olaylar gelişiyor. Ancak gelin görün ki, oldukça yüzeysel olarak bahsettiğim bu hikaye son derece orijinal ve sürükleyici bir şekilde anlatılabilecekken, üstelik de senaryo Nick Cave gibi hem müzisyenliği hem de daha önceki senaryosu (bkz. The Proposition) gayet başarılı birinden çıkmışken, film vasatın ötesine geçememiş. Boşluklarla dolu bir olay örgüsü, derinlikten yoksun karakterler ve elde var hayalkırıklığı. Türün klişeleri tamamen yerli yerinde ama yine de tahmin edilebilir bir hikaye olduğunu söyleyemem çünkü bu finalin bu kadar kötü olabileceğini sanıyorum kimse tahmin etmemiştir.
Filmi vasatlaştıran unsurlar arasında Jack rolündeki Shia LeBeouf'un katkısından da bahsetmemek olmaz. Karizma mı, yıldız ışığı mı adı her neyse, işte bu adamda ondan yok. Konu yakışıklılık ya da güzellikle de ilgili değil, başka bir şeyler eksik. Gerçi zayıf halka Jack için biçilmiş kaftan olduğu ortada. Rol yapmasına gerek bile kalmamış sanki. İri kıyım, ağır abi Forrest Bondurant'ı canlandıran Tom Hardy ise filmdeki az sayıda iyi şeylerden biriydi. Her suç filminin olmazsa olmazı "seksi şuh kadın" rolünde Jessica Chastain bekleneni vermiş. Abartılı hareketleri ve kaşsız suratıyla filmin kötü adamı Guy Pearce psikopatlıkta çığır açmış denebilir. Vee muhteşem insan, karizmanın öteki adı Gary Oldman. Rolü o kadar az ki bu bile filmi yerden yere vurmam için tek başına yeterli. Ama göründüğü kısa sahnelerde resmen büyülüyor.
Neyse lafı fazla uzatmayalım. Hani fragmanı kendisinden güzel filmler vardır, oyuncu kadrosu da süperdir. Hele hele Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışmış bir filmse beklentileriniz tavan yapar. Ama sonuç kocaman bir hüsrandır. İşte Lawless aynen böyle bir film olmuş. Asla izlemeyin diyemem, ama önerim beklentilerinizi yüksek tutmamanız.
Filmi vasatlaştıran unsurlar arasında Jack rolündeki Shia LeBeouf'un katkısından da bahsetmemek olmaz. Karizma mı, yıldız ışığı mı adı her neyse, işte bu adamda ondan yok. Konu yakışıklılık ya da güzellikle de ilgili değil, başka bir şeyler eksik. Gerçi zayıf halka Jack için biçilmiş kaftan olduğu ortada. Rol yapmasına gerek bile kalmamış sanki. İri kıyım, ağır abi Forrest Bondurant'ı canlandıran Tom Hardy ise filmdeki az sayıda iyi şeylerden biriydi. Her suç filminin olmazsa olmazı "seksi şuh kadın" rolünde Jessica Chastain bekleneni vermiş. Abartılı hareketleri ve kaşsız suratıyla filmin kötü adamı Guy Pearce psikopatlıkta çığır açmış denebilir. Vee muhteşem insan, karizmanın öteki adı Gary Oldman. Rolü o kadar az ki bu bile filmi yerden yere vurmam için tek başına yeterli. Ama göründüğü kısa sahnelerde resmen büyülüyor.
Neyse lafı fazla uzatmayalım. Hani fragmanı kendisinden güzel filmler vardır, oyuncu kadrosu da süperdir. Hele hele Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışmış bir filmse beklentileriniz tavan yapar. Ama sonuç kocaman bir hüsrandır. İşte Lawless aynen böyle bir film olmuş. Asla izlemeyin diyemem, ama önerim beklentilerinizi yüksek tutmamanız.