2012’nin izlediğim son filmi
Life of Pi oldu. İyi ki de öyle olmuş, böylece yılı gerçekten güzel ve kaliteli
bir filmle kapattım. Crouching Tiger
Hidden Dragon’da (Kaplan ve Ejderha, 2000)
bizleri farklı ve masalsı bir dünyaya götüren Ang Lee bu kez de hayallerin ötesinde bir
yolculuğa davet ediyor. Kariyeri boyunca değişik türde filmlere imza atmış bir yönetmen
olarak Lee’nin filmografisi Brokeback
Mountain (Brokeback Dağı, 2005)
gibi ödüllü ve sansasyonel filmlerden Hulk
(Hulk, 2003) gibi çizgi roman uyarlamalarına kadar türler arası
çeşitliliğe sahip. Life of Pi ise daha masalsı ve naif, hatta klişe tabirle
içimizdeki çocuğa hitap eder nitelikte. Yann Martel’in 2001 tarihli, aynı adlı
romanından uyarlanan film, Pi isimli kahramanımızın kendisini ziyarete gelen
bir yazara çocukluğundan itibaren hayatını anlatması üzerine kurulu. Tuhaf
isminin hikayesinden başlayarak, hayatının dönüm noktasını oluşturan deniz
kazasını ve sonrasını öğreniyoruz yavaş yavaş. Bildiğiniz üzere bu deniz
kazasından tek kurtulan Pi oluyor ve kendisini bir filikada bir zebra, bir
sırtlan, bir orangutan ve Richard Parker isimli bir kaplanla baş başa buluyor.
Filmin büyük kısmını da bu filikada geçirdiği 227 günlük yaşam mücadelesi
oluşturuyor.
Pi enteresan bir karakter; zeki,
güçlü sezgilere sahip ve meraklı. Çocuk yaşında dinler ve Tanrı’ya merak
salması sonucu hem Hindu, hem Hıristiyan hem de Müslüman olduğunu, üniversitede
de Kabala dersi verdiğini anlatıyor yazara. Ama film ilerledikçe Pi’ın herhangi bir dine bağlı olmaktan ziyade sadece Tanrı’yı sevdiğini ve de çoğu
zaman sorguladığını anlıyoruz. Zaten her dinin (tek Tanrılı dinleri
kastediyorum) kendine has farklı ritüelleri, şartları olsa da (namaz, oruç,
vaftiz, günah çıkarma vs.) özünde hepsi aynı “yaratıcı”ya inanmıyor mu? Bu
noktada filmin hiçbir dinin propagandasını yapmadan sadece Tanrı’ya inanmakla
ilgili bir şeyler söylemeye çalışması, ama bunu yaparken de “Tanrı’ya inanın,
bakın nasıl mucizeleri var” tarzı bir yola sapmadan izleyiciyi özgür bırakması
çok yerinde bir hareket. Filmin sürprizini bozmamak için detaya girmiyorum ama
bu hareketin özellikle Pi'ın finale doğru anlattığı alternatif hikaye ile
belirginleştiğini söylemekle yetinelim.
Uçsuz bucaksız okyanusta, artık
yeryüzü ile gökyüzünün birleşmiş gibi durduğu bir sonsuzluğun ortasında sadece
dalgalarla, açlıkla ya da yalnızlıkla değil bir de kocaman, vahşi bir kaplanla
mücadele etmek zorunda Pi. Ancak kimi zaman zekası, kimi zaman da kalbinin
iyiliği sayesinde hayatta kalmayı başarıyor. Ancak bir insanla kaplanın
mucizevi dostluğu gibi Hollywoodvari bir hikaye bekleyenler koca bir
hayalkırıklığına uğrayacaklar onu da belirtmeden geçmeyelim.
Filmle ilgili söylenecek bir
başka önemli nokta da kusursuz görselliği elbette. Her bir sahnenin üzerinde
özenle çalışıldığı o kadar belli ki. 3D teknolojisine bir türlü ısınamamış
olsam da üç boyutun bu filmin bütün görsel güzelliğini kat kat arttıran bir
işleve sahip olduğunu kabul etmek gerek. Daha açılış sahnesinden başlayarak
renklerin, ışığın, efektlerin, çekim açılarının, kısacası ustaca düşünülmüş
mizansenlerin tamamı izleyeni hipnotize edecek kadar etkileyici. Bu yüzden Life
of Pi’ın kesinlikle sinemada ve üç boyutlu olarak izlenmesi şart. Kaçırmayın!
Ancak bir insanla kaplanın mucizevi dostluğu gibi Hollywoodvari bir hikaye bekleyenler koca bir hayalkırıklığına uğrayacaklar onu da belirtmeden geçmeyelim.
YanıtlaSilkaplan zaten hayal ürünü:)
ben ilk hikayeye inanmayı tercih ediyorum :)
Sil