Sayfalar

7 Nisan 2013

Passion / Öldüren Tutku

   
     Verdiği uzun aradan sonra Brian De Palma'nın Passion'ı sinefiller tarafından merak edilen filmler arasındaydı. Carrie, Scarface, Blow Out gibi filmleri çekmiş bir yönetmenden bahsediyoruz sonuçta. Son dönem filmleri eski günlerini fazlasıyla aratsa da De Palma bu, Akasya Durağı'nın film versiyonunu yapsa gidip izleyeceğiz mecbur. Bu yüzden ticari gösteriminden çok önce Filmekimi'nde izlemiştim Passion'ı. Ancak izledikten sonra filmi sevip sevmeme konusunda içine düştüğüm ikilem yüzünden hakkında bir post yazmayı sürekli ertelemiştim. Şimdi ticari gösterimi vesilesiyle karalayalım bişeyler..  
     Passion usta yönetmenin eski kült filmlerinden fazlasıyla izler taşıyor aslında. Bir cinayet etrafında şekillenen entrikalı ve gizemli olay örgüsü, yönetmenin kendine has estetik anlayışı ile birleşince tipik bir De Palma filmi ortaya çıkmış. Amma ve lakin Passion, bir Dressed to Kill ya da Blow Out değil ne yazık ki. Filmi birlikte izlediğim arkadaşımın yakıştırdığı gibi daha çok "plazada çalışan kadınların çekişmesini anlatan bir Türk dizisi" tadında olmuş. Ana karakterler saftirik görünümlü Isabelle ve hayran olduğu patronu Christine. Benzer bir ilişki Isabelle ve kendi sekreteri Dani arasında da var. Fettan Christine bizim saftiriğin projesinin üzerine yatınca Isabelle bir intikam planı hazırlıyor ancak film ilerledikçe bu üç kadın arasındaki entrikanın haddi hesabı kalmıyor. İşin içine bir de cinayet karışınca her şey bir kara filme uygun olmuş denebilir. Ancak ne yazık ki bu kadar entrikanın ortasında ya da cinayet geriliminin ardında hiçbir gizem yok, De Palma'nın sormaya çalıştığı bilmecenin cevabı kabak gibi ortada duruyor ve finalde hiç şaşırmıyorsunuz. Ancak belki de plaza vb. her türlü iş ortamındaki kadın kıskançlığı ve çatışmalarına aşina olmayanlar için sürpriz olmuş olabilir. Bu açıdan filmin ana karakterlerinin kadın olması ve erkeklerin ikinci plandaki piyon konumu son derece yerinde bir tercih olmuş. 


     Olay örgüsü ve karakterlerin klişeliğini bir tarafa bırakırsak Passion bir yandan izlemesi keyifli bir film. Çünkü De Palma'nın sinemasını sevenler ve bilenler için eski tatlar bekliyor. Işıklandırma, renkler, kadraj seçimi, gözetleme fetişi ve tabi ki bölünmüş ekran gibi De Palma'nın alamet-i farikası teknikler filmin en büyük artıları. 
     Yine de tüm bunlar Passion'ı iyi bir film yapmaya yetmiyor. Bir De Palma filminin vaadettiği hiçbir şeyi bulamıyoruz. Gizem yok; çünkü katilin kim olduğu, cinayeti neden işlediği kolayca tahmin edilebilir. Erotizm eh işte; çünkü modern "femme fatale"lar olarak sunulan Isabelle ve Christine arasında olduğuna inanmamız beklenen çekim oldukça zayıf. Gerilim vasat; çünkü merak unsurunun olmadığı yerde izleyiciyi germek pek mümkün değil. Sonuç olarak senaryo açısından vasat ancak teknik bakımdan nostaljik lezzetler taşıyan bir De Palma filmi var ortada. Bu yüzden ben ikilemde kaldım, ya siz ne dersiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...