Sayfalar

21 Mayıs 2013

The Great Gatsby / Muhteşem Gatsby


Muhteşem Gatsby’i ilk defa okuduğumda o kadar beğenmiş ve etkilenmiştim ki yayınlandığı dönemde okuyucu bulamamış olması beni çok şaşırtmıştı. 1925 yılında yayınlanan bu güzelim romanın ancak II. Dünya Savaşı sıralarında, F. Scott Fitzgerald öldükten sonra popülerleşmesi yazarı için çok büyük bir talihsizlik. Başarısız bir yazar olduğunu düşünerek ölen Fitzgerald umarım Baz Luhrman’ın The Great Gatsby yorumundan bir şekilde haberdardır ve kendisine haksızlık ettiğini anlamıştır.
Hikâye 1920’li yılların Amerika’sında geçiyor, yani yazarın deyimiyle Caz Çağı’nda. Bir yandan ekonomik bunalım kapıda, diğer yanda kentler hızla büyüyor, sosyal yaşam hareketleniyor. Anlatıcı Nick Carraway’ın ağzından, Jay Gatsby isimli gizemli karakterin hayatını öğrenirken fonda ise dönemin sosyal ve kültürel şartlarına tanık oluyoruz. Gatsby’nin geçmişi hakkında yapılan spekülasyonlar “katil” ve “savaş kahramanı” gibi iki ayrı uç arasında gezinecek kadar çeşitli. Oysa ki aslında onunla ilgili bilinmesi gereken tek gerçek Gatsby’nin sadece tutkulu, akıllı ve hiçbir zaman umudunu kaybetmeyen bir adam olduğu ve unutamadığı Daisy’e duyduğu aşk.
Tüm bunları, yani hem bir adamın hem de dönemin ruh halini kitaba aynen sadık kalarak, üstelik de hiç sırıtmayan süslemelerle aktarmak her babayiğidin harcı değil elbette. Romeo+Juliet (1996) ve Moulin Rouge (2001) gibi dramatik aşk filmlerini görkemli bir görsellikle aktaran Baz Luhrman bu açından The Great Gatsby için çok isabetli bir yönetmen olmuş. Caz dönemi ve Gatsby’nin meşhur partileri bütün ihtişamı ve şaşası ile kostümlerden dekor tasarımlarına kadar en ufak ayrıntısı bile düşünülerek canlandırılmış. Müzikler ise adeta kendi başına ayrı bir karakter gibi fonda olduğu her sahneye ayrı anlam katıyor. Baz Luhrman’ın diğer iki filminden de aşina olduğumuz gibi günümüzün popüler şarkılarını farklı yorumlarla duymak filmin güzel sürprizlerindendi. Lana Del Rey, Beyonce, Jay Z gibi isimlerin yer aldığı soundtrack’te birinciliği ise U2 şarkısı Love is Blindness cover’ıyla Jack White’a veriyorum. 


Belki izleyenler vardır; The Great Gatsby’nin 1974 tarihli uyarlamasında Jay Gatsby rolünü Robert Redford canlandırmıştı ve bana göre çok da başarılıydı. 2013 versiyonunda ise Leonardo Di Caprio’nun ismini görmek başta biraz canımı sıksa da filmi izleyince fikrim değişti. Gatsby’nin kimi zaman heyecanlı, güçlü ve iyimser kimi zaman da güvensiz, öfkeli ve tutkulu değişken ruh hallerine beklemediğim bir ustalıkla hayat vermiş. Daisy rolündeki Carey Mulligan ise zaten haz etmediğim bir oyuncuydu, film boyunca değişmeyen “kapıya sıkışmış civciv” yüz ifadesiyle iyice sevimsiz geldi.
Filmle ilgili söyleyebileceğim tek olumsuzluk 3D çekilmiş olması. Zaten 3D’yi hiç sevmeyen, o gözlüklerden sıkılan biri olarak The Great Gatsby’nin neden üç boyutlu gösterildiğini anlamadım açıkçası. Bence bu film 3D olmadan da güzelliğinden ve etkileyiciliğinden bir şey kaybetmezdi.
Lafı fazla uzatmayalım. Hem kitaba sadık kalarak hem de kendi auteur kimliğini yansıtarak böylesine güzel bir film ortaya koyduğu için Baz Luhrman ne kadar alkışlansa yeridir.  Film hakkındaki "aşk filmi" ya da "kız filmi" yakıştırmalarını kulak ardı edin ve bir adamın hüzünlü hikayesini kaçırmayın.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...