Küçükken en sevdiğim çizgi filmlerden biriydi The Smurfs ya da Türkçe’ye çevrilen adıyla Şirinler. Minik mavi insanların, mantardan bozma evlerden oluşan, her zaman güneşli köylerindeki maceralarını hiç kaçırmazdım. Her şeye el atmakta hiç gecikmeyen Hollywood’un Şirinler’i sinemaya aktarma projesini duyunca da, zaten animasyon filmleri seven biri olarak, oldukça sevindim.
Scooby-Doo (2002, 2004) ve Beverly Hills Chihuahua (2009) filmlerinin yönetmeni Raja Kosnell’in kamera arkasına geçtiği Şirinler’de How I Met Your Mother’ın sevilen karakterlerinden Barney’i canlandıran Neil Patrick Harris’i izleme ve eğer dublajsız versiyonuna denk gelebilirseniz Şirine’yi seslendiren Katy Perry’i duyma şansı buluyoruz. Ayrıca Gargamel rolündeki Hank Azaria’yı da beğendim doğrusu. Ama hepsini bir kenara bırakmak gerekirse The Smurfs bende çok buruk bir tat bıraktı.
Hepimiz biliriz Şirinler köyünde para yoktur, herkes yeteneğine göre ve herkese yetecek kadar üretime katılır, bu yüzden işbirliği ve yardımlaşma fazlasıyla gelişmiştir. Bu ve benzer özellikleri yüzünden The Smurfs’ün aslında komünist propagandası yaptığı söylenir. Bu düşünceye göre The Smurfs’ün açılımı Socialist Men Under Red Flag’tır ve hatta Şirin Baba kırmızı şapkası ve sakalıyla komünizmin babası Karl Marx’ın temsilidir. Bu argümana katılıp katılmamakta serbestsiniz tabi ama anlaşılan Hollywood’da birileri fena halde inanıyor. İnanıyor ki bizim küçük mavi dostlarımızı kapitalizmin nimetleriyle tanıştırmaya karar vermişler.
Film, Şirinler’in huzur içinde yaşadığı köylerinde başlıyor. Ancak hain büyücü Gargamel bir türlü rahat durmadığı için, o ve Şirinler arasındaki kovalamaca sırasında tuhaf bir şekilde New York’a ışınlanıyorlar. Böylece The Smurfs’leri temsilen Şirin Baba, Şirine, Sakar, Gözlüklü, Huysuz ile İskoç Şirin (ne alakaysa) ve pek tabi ki peşlerinde Gargamel maceralarına New York’ta devam ediyorlar. Burada manidar olan ışınlandıkları yerin kapitalizmin başkenti diyebileceğimiz New York, hatta tam lokasyon bildirmek gerekirse Times Square olması. Üstelik bir şekilde evlerine sığındıkları ve dost oldukları Grace ve Patrick çiftinin Patrick’i bir reklamcı. Film boyunca gözümüze sokulan Google, Wikipedia, Sony Vaio, Guitar Hero, Hello Kity, Clinique markaları ve Şirine’nin birden fazla elbiseye sahip olabileceğini görüp moda ikonluğuna özenmesi de cabası. Sonuç olarak kendi halinde mutlu mesut yaşayan Şirinler’imiz kapitalizmin ışıltısına ve cazibesine kayıtsız kalamıyorlar: komünizm out, kapitalizm in. Filmin sonunda çok katlı evlerin yükseldiği Şirin köyünün bir daha eskisi gibi olmayacağı kesin. Bütün şirimserliğimi kaybettim, çok üzgünüm.
şirinler'i ben de çok severdim ama bu sevginin oluşumu çok eskilerde kaldığından meseleye bu şekilde hiç bakmamış olduğumu anladım..
YanıtlaSilo söz konusu argüman da gayet mantıklı duruyor..
hollywood ise orospu çocukluğunu layıkıyla yerine getirmekte zaten son zamanlarda.. tarihi kendince yazması, dezenformasyon, duygu sömürüsü, kore filmlerini baştan çekip içine sıçması, aha şimdi de şirinler..
campanella'nın güneş ülkesi'nin güneşinde kavrulsun bu masumiyet düşmanı şerefsizler..
güzel post..
Bu gidişle korkarım Hollywood güzel ve temiz olan hiçbir şey bırakmayacak.
YanıtlaSiltemenniye aynen katılıyorum, yorum için teşekkürler.