Bir film bolca saçmalık, abartı
ve karikatürize karakterler içermesine rağmen sizce hala güzel bir film
olabilir mi? Bu soruya cevabınız “hayır” ise Celal Tan ve Ailesinin Aşırı
Acıklı Hikayesi’ni izlememişsiniz demektir. “Evet” mi yoksa “hayır” mı diyeceği
konusunda kararsız kalan bendeniz ise bu filmi iki ay önce, yönetmen Onur Ünlü
ve başrol oyuncuları ile birlikte Adana Altın Koza Film Festivali’nde izledim.
Film hakkında birşeyler yazmak için geç kalmamın sebebi ise gösterim tarihini ve
karar verebilmeyi beklememdi.
Onur Ünlü yer yer absürt ve fantastik
öğeler içeren Polis (2006), Çocuk (2007) ve Güneşin Oğlu (2008) gibi filmlerindeki şaşırtıcı ve
farklı üslubu ile kimilerince çok sevilmiş kimilerince ise yerden yere
vurulmuştu. “Leyla ile Mecnun” dizisi ise Ünlü’nün absürt mizaha dayalı kendine
özgü tarzının tamamen benimsenmesini ve çok daha geniş kitleler tarafından
sevilmesini sağladı. Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi de yönetmenin
filmografisindeki klasik formüle dayanıyor; abartılı karakterler, absürt
olaylar ve kara mizah.
Filmin hikayesi Eskişehir’de
geçiyor. Selçuk Yöntem’ in canlandırdığı Celal Tan saygın bir anayasa
profesörü. Kendisinin neredeyse yarı yaşında bir genç kızla evli, ancak
aldatıldığını öğrendiğinde eşini öldürüyor. Bu arada içeride kendisine doğum günü
sürprizi yapmak için bekleyen kızı, oğlu, annesi ve torununun da cinayete tanık
olduğundan habersiz. Bütün komik ve saçma olaylar da işte bu noktadan sonra
başlıyor. Filmin tamamındaki diyaloglar ve olayların gelişimi oldukça komik.
Ama bence Celal Tan ve Ailesi’nin en büyük artısı birbirinden yetenekli
oyunculardan oluşan bir kadrosunun olması. Her daim oturaklı rollerin adamı
Selçuk Yöntem komedide de ne kadar başarılı olduğunu ispatlıyor. Güler Ökten,
Bülent Emin Yarar, Köksal Engür gibi usta isimlerin yanı sıra Ezgi Mola da gayet
doğal.
Başta da söylediğim gibi Onur
Ünlü tuhaf ve sıra dışı işler yapıyor. Bu yüzden Celal Tan ve Ailesi de çoğu
kişi tarafından kötü, saçma ve berbat bir film olarak nitelendirilecek. Herkes
istediğini düşünmekte serbest elbette ama filmi sadece absürt olaylar ve bol
küfürle güldürmeye çalıştığı, saçma olduğu yönünde kötülemek eksik bir yaklaşım
olacaktır. Filmin söyleyecek bir şeyleri olduğu da gözden kaçırılmamalı. İşte kararsızlığımın
nedeni de söylediği şeylerin yanlılığıyla alakalı. Yönetmen, işlenen cinayetin tüm
aile fertlerince üstünün örtülmeye çalışılması ve onu takip eden olaylarla ailenin,
aşkın ve dostluğun bireysel çıkarlar söz konusu olduğunda kolaylıkla feda edilebileceğini,
insanoğlunun zaaflarını ve küçük burjuvaziyi eleştiriyor. Ancak bu noktada
Celal Tan’ın mesleğinin anayasa profesörlüğü olması, olayların Eskişehir’de
geçmesi, opera sanatçısı Okan’ın aşırı biçimde karikatürize edilmesi, Celal Tan
ve arkadaşının dinden bihaber olması gibi öğelerin alt metninde Kemalizme,
yüksek sanata, Cumhuriyet aydınlarına yönelik bir taşlama hissetmek de kaçınılmaz.
Bu arada bence filmin bir başka eleştirisi de Celal Tan’ın yakalanmasını istemediğini
fark eden izleyiciye yönelik. Böylece biz de bir nevi cinayete ortak olmuş ve filmde
güldüğümüz o karakterlere benzemiş oluyoruz.
Son olarak filmdeki hoş bir
detaya değinmek istiyorum. Kampüsün bahçesindeki genç kız büstü (Celal Tan’ın
eşi Özge’ye çok benziyor) ile operet Okan’ın afişteki görüntüsünün adeta öpüşüyormuş
gibi göz yanılsamasına neden olduğu sahne çok hoş bir enstantane olmuş. (İzlemeyenler
için saçma bir cümle oldu ama izleyenler anlamıştır sanırım). Filmin şahane
afiş tasarımlarını da ayrıca alkışlıyorum. Ama hala kararsızım.