Haneke zor bir yönetmen. Filmlerini
izlemesi de zor, sevmesi de. Hatta belki biraz iddialı olacak ama şunu söylemek
mümkün; Haneke’yi ya çok seversiniz ya da ondan nefret edersiniz. Ortası yoktur.
Ben ilk grupta yer alıyorum ve dolayısıyla son filmi Amour Filmekimi’nde en çok
izlemek istediğim filmdi. İçinde yaşadığımız çağın tüm iğrençliklerine dair
sağlam lafları olan bir yönetmenin ismi Aşk olan bir film çekmesi zaten
yeterince ilginçken, Aşk’ı nasıl anlattığı benim için ayrı bir merak konusuydu haliyle.
Ancak Haneke sadık izleyicilerini çok şaşırtmamış ve her zamanki rahatsız
ediciliğinden ödün vermemiş.
Bir Haneke filmi izlemeyi zorlaştıran
şeylerden biri, yönetmenin klasik seyirciyi o çok sevdiği katarsis duygusundan
mahrum etmesidir. Filmlerinin büyük kısmında özdeşim kuracak bir karakter,
filmin içine girmenizi sağlayacak bir yapı yoktur. İzlediğinizin bir film
olduğunun farkında olmanızı sağlayarak sizi sürekli düşünmeye zorlar. Amour’da
da aynı özellik devam ediyor. Filmin ana karakterleri 80’li yaşlardaki Anne ve
Georges (tıpkı daha önceki 5 filminde olduğu gibi aynı isimleri kullanıyor). Beyazperdede
genç, güzel ve sağlıklı bedenler izlemeye alışmış ve bunu talep eden seyirci
için özdeşleşmesi zor karakterler. Üstelik Anne aniden hastalanıyor ve günden
güne kötüleşirken Georges’in özveriyle ona bakmasına tanık oluyoruz. Anne’in adım
adım ölüme yaklaşmasını izlemek, hiç yaşlanmayacak ve ölmeyecek gibi yaşayan
bizlere bu gerçeği hatırlattığı için rahatsızlık verici elbette. Oldukça ağır
temposuyla, böyle duygusal bir konuyu asla ajitasyona kaymadan, gerçekçi ve
acımasızca anlatabilmek ancak Haneke gibi bir ustadan beklenebilir sanırım. Ondan
beklenmeyen şey daha önceki filmlerinde rastlanmayan ama Amour’un tüm havasına
sinmiş olan dinginlikti.
Peki usta yönetmenin aşk tarifi
nasıldı? Bizim çok iyi bildiğimizi sandığımız, uğruna süründüğümüz ama ömrü en
fazla 3 yıl süren “aşk”tan bahsetmiyor Haneke. Tek kızları Eva’nın sevgisiz
evliliğinin aksine ve günümüzün dejenere ilişkileri içindeki çoğu kişinin
yaşayamayacağı şekilde bir bağlılık, özveri ve sevgi söz konusu olan. Belki de
filmin adını Aşk değil de Sevgi olarak çevirmek gerekirmiş. En zorlu
düşmanı zamana karşı direnmiş ve son sınavını da ölüme karşı vermekte olan…
aşk yoktur.. yalandır.. uydurmadır.. tercih vardır.. birliktelik vardır.. yalnız kalmama arzusu vardır..
YanıtlaSilyalnızlık acıtır.. yanında birisi istenir.. seçenekler değerlendirilir.. tercih yapılır.. kiminin etkisi fazladır kiminin ki az.. ama hepsi aynıdır.. aşk orospu çocuğudur.. sevgi her şeydir..
Aşk bir zamanlar varsa bile artık yok evet. Ama gerçek sevgiyi bulmak da bir o kadar zor ne yazık ki..
Silben haneke'den nefret edenlerdenim. hayatımızda zaten yeteri kadar melankolik depresyonlar var kardeşim. adam bu gerçeği suratınıza tükürmekten bıktı sizler yarabbi şükür demekten bıkmadınız.
YanıtlaSilbelki de henüz bu türden duyguların dibine vurmadığınız için tesellimsi şoklamalar lazım size.
tyler'dan önceki jack gibisiniz. meat loaf'ın terli memişleri arasına kafaya gömüp mutlu olan kişiler yani.
yani kısacası, film çok iyiydi...
haneke'nin flmleri şok edicidir evet ama bu şokların "tesellimsi" olarak nitelendirilebileceğini hiç sanmıyorum. zaten bir haneke filminde ya da meat loaf'ın terli memişleri arasında teselli bulunacağını düşünmek de çok safça olurdu.
Silbiraz saldırgan üslubunuzu anlamamakla birlikte en azından filmin hakkını vermenize sevindim.
sanal alemde tonlama olmadığından mütevellit, öyle anlamışsınız. Kat'a saldırgan değilim. agresif belki. o da bazen,bugün değil.
YanıtlaSilfilmin hakkını vermekle aslında kendimi de "saldırmış" göründüğüm güruha dahil ettim hem de dibine kadar.
haneke'den nefret ederim dedim ya. etmem aslında. yani bazen ederim. bugün etmem.
psikolojinin rahle-i tedrisinden geçmiş filmleri severim.
frankie&johnny'den bu yana izlediğim en iyi üçüncü aşk (sevgi) filmiydi.
ben de alıngan değilimdir her zaman ama bugün öyle belli ki.
Silen iyi ikinci aşk (sevgi) filminizi merak ettim.
eternal sunshine of the spotless mind
YanıtlaSil