Tam da 21 Aralık'ta kıyamet kopacağına dair geyikler tavan yapmışken bu filmi izlemem tuhaf bir rastlantı oldu. İlk ve Son Aşkım olarak şahane (!) biçimde Türkçe'ye çevrilen filmde dünyaya çarpmak üzere hızla yaklaşan bir göktaşı söz konusu. Her tür çabaya rağmen önlenemeyen ve insanlığın sonunu getirecek olan bu çarpışmaya ise sadece üç hafta var. İnsanların duruma verdikleri tepkiler çeşitli. Kimisi hiçbir şey olmamış gibi işine gücüne gidiyor, kimisi intihar ediyor, kimisi daha önce yapamadığı şeyleri yaparak kalan vaktini değerlendirme çabasında ve kimisi de daha çılgın şeyler peşinde. Esas kahramanımız Dodge ise karısı tarafından terkediliyor ve çaresiz bir boyun eğişle kıyameti bekliyor. Tam bu esnada daha önce bir kez bile selamlaşmadığı komşusu Penny ile yolları kesişiyor ve birlikte, birisi eski aşkını bulmak diğeri de ailesinin yanına gitmek için yollara düşüyorlar. Basitçe bu şekilde özetlenecek hikayenin bundan sonrası bir miktar komik ve romantik biçimde ilerliyor. "Bir miktar" dedim çünkü yol hikayesi olarak da düşünülebilecek film ne tam anlamıyla komik olabilmiş ne de Dodge ve Penny arasındaki yakınlaşma yeterince inandırıcı. Steve Carell ve Keira Knightley arasındaki kimyanın tutmaması bu inandırıcılığın önündeki en büyük engel tabi ki. Steve Carell'ı şimdiye kadar canlandırdığı rollerin de etkisiyle hep biraz şapşal bulmuşumdur ama ilk defa bu filmde gözüme normal göründü. Dodge rolüne gerçekten çok yakışmış. Keira Knightley ise çaba gerektirmeyen bir oyunculukla işin altından kalkmış. Ancak yine de "çift" olarak yakışıp yakışmadıklarından emin değilim.
Senaryoya gelirsek... Filmi hem yazan hem de yöneten Lorene Scafaria'nın modern insanın bencilliğinden, yıllardır aynı apartmanı paylaştığı komşusunu bile tanımayacak kadar çevresine yabancılaşmış olduğundan dem vurmak istediği çok açık. Hayatın tadını çıkarmak için kıyametin kopmasını beklemeyin demek istiyor neticede. Ancak bunu ne kör göze parmak şeklinde yapmış ne de daha incelikli bir yol izlemeyi tercih etmiş. Film bittiğinde daha iyisi olabilirmiş izlenimi uyanıyor ister istemez. Yalnız ve sıradan bir adamın kıyamet kopmadan üç hafta önce hayatının aşkı olduğunu düşündüğü kadına rastlamasının hikayesini her ne kadar içim burkularak ve severek izlemiş olsam da filmde bir şeylerin eksik kalmış olduğunu düşünmeden edemedim. Ama bu oyuncu seçiminden mi yoksa senaryodan mı kaynaklanıyor karar veremiyorum.
Filmle ilgili son olarak belirtmem gereken şey müziklerin güzelliği. Seçilen parçaların hepsi filme çok yakışmış, oldukça eskiler ama özellikle The Hollies'den The Air That I Breathe ve Herp Albert'tan This Guy's in Love with You'ya dikkat...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.