Hollywood yapımı epik filmleri her
izlediğimde kendi kendime düşündüğüm bir şey vardı; bu kadar görkemli bir
tarihe sahipken bizim ülkemizde neden böyle filmler çekilmiyordu. Kastettiğim büyük
prodüksiyonlar, iddialı savaş filmleri değildi elbette ama Osmanlı zamanından Çanakkale
Zaferi ve Kurtuluş Savaşı’na kadar beyazperdeye taşınabilecek oldukça zengin
bir malzeme elde varken değerlendirilmemesine üzülüyordum. Fetih 1453’ün
fragmanını gördüğümde de “sonunda cesur biri taşın altına elini koymaya karar
vermiş” dedim. İşte bu yüzden Fetih 1453 bütün kusurlarına rağmen Türk
sinemasında bir ilke kalkıştığı için, kendisinden sonra yapılacak daha doğru
filmlere örnek olacağı için gidip izlenmeyi ve sadece cesaretinden ötürü takdir
edilmeyi hak ediyor.
Takdir kısmını geçtikten sonra eleştiri
oklarını çıkarıp teker teker fırlatmaya başlayabilirim. Bana göre Fetih 1453’ün
en büyük kusuru görsel efektlerin amatörlüğü ya da CGI ve green-box
uygulamalarının başarısızlığı değil. Filmin vasatın üzerine çıkmasını
engelleyen şey izleyeni duygulandırması gereken yerde güldüren, dramatik bir
yapı ve sağlam karakterlerden yoksun senaryosu. Bizans imparatoru ve
kurmaylarının şimdilerde dalga geçerek izlediğimiz Kara Murat filmlerindeki kötü
karakterlerden hiçbir farkı yok. “Çizmelerimi kaftanıyla sileceğim nihohahaa”
tarzı cümleler kuran, içki alemlerinde kadın oynatan karikatürize ‘kötü’lerden
bahsediyorum. Hele hele İmparator Konstantin’in havuzda yanında kızlarla bir
sahnesi var ki kahkahalarla gülmemek elde değil. Aralarında sağduyulu (!)
görünen ve İmparator’u Türkler’in gücüne karşı uyaran tek kişinin ise G.O.R.A.’daki
“bir cisim yaklaşıyor Komutan Logar” repliğinin sahibinden fazla bir ağırlığı
yok.
Osmanlı tarafına geçtiğimizde
de işin rengi değişmiyor maalesef. Sultan Mehmet’in gözdesi Gülbahar Hatun’un
filmdeki işlevini hala çözmüş değilim örneğin. Kendisinin olduğu sahneleri
atarsak hiçbir kayıp olmaz. Erkek kılığına girerek top yapımında babasına
yardım eden Era’nın Ulubatlı Hasan’la ulu orta cilveleşmesinin yeniçeriler
arasında değişik dedikodulara yol açmamış olması ise beni düşündürüyor. İstanbul’un
fethinde çok kilit önemi bulunan ‘gemilerin karadan yürütülmesi’ fikrinin kimden
ve nasıl çıktığı ise tamamen es geçilmiş. Hatırlarsanız Troy’da Odysseus tahtadan
bir at oyan askerle yaptığı kısa sohbet sonrasında o malum fikri buluyordu.
Fetih’te de benzer bir yöntemle fikrin doğuşu, duyanların tepkileri anlatılsa
fena olmazdı. Ama onun yerine adeta nurlar içinde, ben deyim ak sakallı dede,
siz deyin Ak Gandalf modunda bir Akşemsettin çıkageliyor ve Sultan Mehmet’e iman
gücüyle gaz veriyor. Bu noktada filmin dini göndermeleri de tavan yapıyor. Ama Osmanlı İmparatorluğu'nda İslam'ın çok kilit bir önemi olduğu göz önünde bulundurulduğunda din vurgusunun yapılması da kaçınılmaz hale geliyor.
Hollywood kalitesine alışmış
bizler için efektler aşağıdaki karede de anlayacağınız üzere çoğu sahnede sırıtıyor.
Bütçemiz yetmedi, yaptıracak adam bulamadık gibi bahaneler bu durumu
açıklayabilir ve makul gösterebilir. Ama senaryonun bu denli zayıf olmasını
makul gösterebilecek bence hiçbir sebep olamaz.
Filmdeki Bizanslı ve Vatikanlı
karakterlerin Türkçe konuşması ise apayrı bir fiyasko. Bu kadar iddialı bir
proje yaparken yabancı oyuncular bulup, orijinal dilinde konuşturmak ve altyazı
eklemek çok da zahmetli ya da maliyetli bir şey olmasa gerek diye düşünüyorum. Hiç
olmadı Türk oyuncular yabancı replikleri ezberleyiverselermiş, zaten cümleler “onları
mahvediciiiz”den öte bir derinlik taşımıyor. Aynı hatayı Martin Scorsese bile yaptı,
hadi bunu hoş görelim desek bu kez de aklıma oyuncuların takma sakalları ve
perukları geliyor. El insaf yahu bir oyuncunun rolü için gerçekten sakal
bırakması (bkz. İmparator Konstantin) ya da saç rengini değiştirmesi (bkz. Era)
çok zor şeyler değil.
Biraz da iyi kısımlardan
bahsedelim. Ama ne yazık ki bu kısım kısa sürecek. Örneğin kostümler gerçekten
de başarılıydı. Özellikle Sultan’ın kaftanları Topkapı Sarayı’nda
sergilenenlere çok benziyordu. Finale doğru Ulubatlı Hasan ve Şovalye
Guistiniani arasında yaşanan kılıçlı mücadele de filmin iyi sahneleri arasında
başı çekebilir. Ancak surlara Osmanlı sancağını diken Ulubatlı’nın o meşhur
görüntüsünün genel ve hatta uzak çekimle gösterilmemesinin büyük eksiklik
olduğunu da söylemeden edemeyeceğim. Oyunculuk bakımından da Fatih Sultan
Mehmet’i canlandıran Devrim Evin’in ve Ulubatlı Hasan rolündeki İbrahim
Çelikkol’un hakkını vermek lazım.
Filmin sonunda bir tarihsel
bilgi daha ediniyoruz; küçük çocuk kucaklayıp sevme modasını Fatih Sultan
Mehmet başlatmış, Fetih 1453’le ilgili son sözüm de bu olsun.